Tuesday, July 29, 2025

why bears are so successful

 one of the reasons why bears are so successful species in terms of evolutionary biology should be their ability to do human things. human species has shaped the environment to its own needs (for better or worse) and bears, with their ability to open beehive boxes, climb fences, swing on the swings and most importantly ability to learn how to keep safe distance from human but also benefit from its overproduction. it seems to survive the anthropocene will depend on how human a species is but not quite. 


Sunday, April 18, 2021

mübahisə

 Məncə... müzakirənin 3-4 məqsədi olmalı, 1i xüsusilə olmamalıdır. 1 qarşıdan nəsə öyrənmək 2 qarşıdakına öyrətmək, fikrini dəyişdirmək. müzakirə etmək özü düşünməkdir. səsli, yazılı arqumentasiya ən yaxşı düşünmə metodudur. ona görə, bir şeyi öyrədəndə (bax müəllimlik) insan daha çox şey öyrənir. 3 müzakirə ictimai xarakter daşıyırsa propaqanda dəyəri var, burada auditoriyanın gözündə debatı udmaq məqsədi güdür.

olmamalı olan isə, qarşıdakını alçatmaq, neprav çıxarmaq, özünü göstərmək, eqo tətmini. məhsuldar deyil. heç nə qazanmır insan. yaradıcı əməklə eqonu tətmin etmək varkən, həmsöhbətini əzməkdən ləzzət almaq psixoloji problemlərdən, minimum başqa şeyin ağrısını burda çıxarmaqdan xəbər verir.

mübahisə ilə müzakirə arasındakı fərqə gəldikdə isə, qızğın müzakirələr ilə mübahisə arasında sərhəd çox da qalın deyil. ona görə, təhqirə keçmədən (ki, təhqirlə tənqidin arası da elə açıq deyil) həqiqəti axtarmaqdırsa məqsəd, bir az davaya razı olmaq lazımdır.

Tuesday, June 12, 2012

kumandareasın kula romanı

yunan yazar menis kumandareas kula isimli bir kitaba sahip. ama roman dediysem … hikaye. başta sürçe lisan edip roman demişiz. affola. hafif siklet hem sayfa sayısından hem de hikayenin dolgunluğundan. hikaye. bir kaçamak olayı. çok kısa sürüyor. rütine dönüşmüş hayatı kısa süreliğine yırtıp atıyor kula. kısa süreliğine. halbuki okuyucu için bu kaçamağın tadını çıkarmak için, kulayı ve çapkın çocuğu tanımak için, düştükleri tutkuyu, çelişkiyi adam gibi anlamak için bolca bir anlatım lazımdı bence. bir nefeste okudum. sürükleyiciydi. belki beklentimin çok yüksek olmasından kitap beni çok etkilemedi.
sahnelerden birinde atina sakinlerinin savaş korkusundan bahsediyor. trenin elektriği kesilince kalabalık, karanlık içinde savaştan kalan korkunun hofuyla paniğe kapılmaya başlıyor. hangi savaş diye merak ettim. osmanlıya karşı verilmiş savaş olabilir, ikinci dünya savaşı olabilir diye düşündüm. kitap 1975de yazıldığına göre ikinci dünya savaşı olmalıydı. ikinci dünya savaşında atinada neler olmuş diye internete gözatıverdim. meğerse şehir faşistlerden çok acılar çekmiş. nazi almanyası atinayı işgal ediyor, mussolini beceremeyince. işgal sonrası şehirde büyük bir açlık başlıyor. insanlar açlıktan sokakların ortasında ölüyorlar. aylarca. o korku bu korku olsa gerek.
makaleyi okurken başka bir şey daha ilgimi çekti. bir geminin trajik hikayesi. savaşta tarafsız olan türkiye gemisinin, kurtuluş s.s.in atinaya yiyecek götürmesi. seferlerinden birinde kurtuluş marmara denizinden batıyor. bir belgeseli ve öyküsü var kurtuluşun.

Tuesday, July 21, 2009

Canli Bir Tanik, Araz Zeyniyev: Bunlar İkiyüzlü Değil, Bin Yüzlü Kristallerdir

Bu yazı BirGün gazetesinde "Türkiye Siyasetinde Fethullah Gülen Gerçeği" dizisi kapsamından yayınlanmıştır.

Nurcular, topluluk olarak, duruma göre davranma anlayışını ahlaksızlık olarak görmez. Bu, amaca ulaşmak için izlenmesi gereken bir yoldur. Kişisel ilişkilerde Nurcular, çok cana yakın, açık insanlardır, ancak Nurcu olmayan insanlara karşı ihtiyatlı davranırlar

Araz Zeyniyev, Azerbaycan’da Gülen Cemaati içerisine girmek zorunda kalmış bir kişi. şu an kendisi Hollanda’nın Groningen Üniversitesi’nde Moleküler Mikrobiyoloji dalında araştırma görevlisi olarak çalışıyor. Nurcularla birlikte yaşadığı dönemden gazetemize bir kesit sunan Zeyniyev, isminin açıklanmasında bir sorun görmedi. Kendi ismini saklasa da isterlerse onu her şekilde bulabileceklerini düşünüyor.

»Cemaatle ne zaman ve ne vesileyle tanıştınız?
1993’te Nahcivan, Azerbaycan’da açtıkları Özel Türk Kolejinde okumak için sınavlara girdim. Böylece kendilerini ‘hizmet’ diye isimlendiren nurcularla tanıştım. Kendilerini ‘nurcu’ diye anmayı tercih ederim.

»Cemaatle ilişkiniz kaç yıl sürdü?
Yaklaşık 4 sene sürdü…

»Işık evlerine gittiniz mi?
Nurcular kendileri bu evleri ‘ışık evleri’ değil, ‘hizmet evleri’ diye anarlar. Evet, bu evleri çok gördüm ve kesintisiz olarak yarım yıl gibi bir süre yaşadım. Hizmet evleri dışında ana mekânları okul yurtlarıdır. Ben daha çok bu yurtlarda kaldım.

»Nasıl bir örgütlenme stratejisi izliyorlardı?
Her evde bir ‘abi’ vardır. Bu abiler de mahalledeki ‘bölge imam’larına hesap verirler. İmamların üstünde daha ‘büyük abiler’ dedikleri insanlar vardır. Bu insanlar genellikle yerli esnaftır. Bu insanlar maddi destekte bulunurlar. Daha yukarısını çok bilmiyorum. En başta malum insan var tabii. Okullarda da örgütlenme benzerdir. Yurtlarda ‘belletmen’ denen ‘abi’ler vardır.

»Cemaat içinde ve dışında tarzları farklı mıydı?
Ben Nur cemaatini topluluk olarak şöyle tanımlarım: İkiyüzlü değil bin yüzlü kristaller. Ve bu duruma göre davranma anlayışını topluluk olarak ahlaksızlık olarak görmezler. Bu amaca ulaşmak için izlenmesi gereken bir yoldur. Kişisel ilişkilerde nurcularla çok cana yakın, açık insanlardır. Ama nurcu olmayan insanlarla çok ihtiyatlı davranırlar.

»Siyasi partilerle ilişkileri var mıydı?
O zamanlar belirli bir partiye organik bağları olduğunu izlenimi edinmemiştim. Ancak şöyle bir genelleme yapmak mümkündür. Nurcular sağ, milliyetçi, tutucu parti sempatizanlarıdır. Siyasi anlayışları pasiflik olduğu için organik bağdan kaçınırlar. Öte yandan AKP’nin çıkışı ile birlikte bu partiyle güçlü bağları olduğunu kimseye sır olmadığını düşünüyorum.

»O evlerden yetişen gençler için iş imkânı, kariyer planı gibi olanaklar var mıydı?
Nurcular için en büyük ‘sevap’, iyi bir Nurcuya iş imkânı sağlamaya çalışmaktır. Dershane, okul, üniversite, yurtlarında çalışanlar büyük çoğunlukla iyi Nurculardır. Mesleki yetenekleri çok önemli değildir. İyi bir nurcu olması en önemli kriterdir. Onların deyimi ile ‘mübarek insan’ olması önemlidir.

»Maddi kaynakları neydi? Öğrenci cemaati içinde ekonomi nasıl sağlanıyordu?
Önce de belirttiğim gibi ana kaynağın geleneksel tutucu, dindar dünya görüşüne sahip esnaf olduğunu düşünüyorum. Ama büyük kaynak sağlayan çok büyük iş adamları da var. Bir de para toplama toplantıları vardır Nurcuların. Olimpiyatlara katılan, başarılı öğrenci adıyla beni lisedeyken böyle bir toplantıya götürmüşlerdi. İlk önce uzun uzun Nurcuların yaptığı hizmetlerin ne kadar kutsal olduğundan dem vurulur, sonra da bahşişler toplanır. Evinin, pahalı arabasının anahtarını verenlerin hikâyesini duydum.

»Özellikle üniversite seçiminde seçtikleri bir okul var mı?
Özel bir üniversite seçip oraya toplanmak istediklerini zannetmiyorum. Amaçları en iyi üniversitelere gitmektir. ODTÜ, Bilkent, Boğaziçi bu durumda gözdeleri olmakta… Ama Bilkent’te çok Nurcu olduğu anlatılır. Onun için Bilkent’in isminin Nurkent olarak değiştirmek gerektiği esprileri yapılır.

»Daha sonra cemaatle bağlarınızı niye kopardınız?
Hayat felsefeme, dünya görüşüme tamamen ters olduğu için. Ben Nurcuların içine iyi eğitim amacıyla girmiştim. Sovyetler Birliği ile Azerbaycan`ın çöken eğitim sisteme çok iyi bir alternatifi olarak görülüyordu. Hem Türkiye’den gelen nerdeyse aynı dili konuştuğumuz insanlardı bunlar. Ama kısa bir zaman sonra amaçlarının eğitimden çok dini, özelinde Nurculuğu yaymak olduğunu gördük. Eğitim sadece bir kamuflajdır. Daha sonra ücretsiz eğitim olanağı sağladıkları için içlerinde kalmak durumunda kaldım. Yaklaşık birinci seneden sonra buranın benim için iyi bir yer olmadığını düşünmeye başlamıştım, ama maddi olanaksızlıklar dolayısıyla nurcuların içinde kalmaya zorlamıştım.

»şimdi o geçmişinize dair neler hissediyorsunuz?
Hayatımın boşa geçirilmiş anlamsız yıllarından öte değil. Oysa çok güzel, içten insanlar da tanıdım.

»Anlatmak istediğiniz özel bir anınız, paylaşmak istedikleriniz varsa anlatır mısınız?
Biyoloji olimpiyatlarına katılmak için 3-4 kişilik bir grupla biyoloji öğretmenimizin gözetimi altında sınavlara çalışıyorduk. Bir gün öğretmen şöyle bir soru sordu, ‘Evrim hakkında ne düşünüyorsunuz.’ Biz de hepimiz bir ağızdan telaşla ‘Hocam, öğreniyoruz ama inanmıyoruz’ cevabını vermiştik. Bu genel olarak Nurcu düşünce tarzını yansıtır. Başarılı olmak adına prensiplerinden çok kolayca vazgeçebilirler. Başka türlü görünmekte pek bir sorun yoktur.

Saturday, May 16, 2009

<>

devlet tarafından atanmış bir kurumun internet üzerinde kimin hangi bilgiye ulaşıp ulaşamayacağına karar vermesi insan haklarına aykırıdır. (eksisozluk)

Sunday, November 16, 2008

Agape mi eros mu?


Son zamanlarda bir arkadaşımdan arakladığım film arşivinden rastgele, ismi hoşuma giden yada tanıdık gelen yönetmenlerin filmlerini izlemeye başladım. Ve izleyip sonra üstüne bir iki laf etmek geldi içimden. İşte başlıyorum.

L' Amour à mort, yönetmeni Alain Resinais olan bir fransız filmi. Fransızca bilmeye gerek yok, filmin adı aşk ve ölüm. Sıradışı bir film. Arada yağan karımsı nesnelerle bölünmüş "ilahi" bir aşk hikayesi. Aşkı, hayatın anlamını sıkça sorgulamaya başladığım bu günlerde ruhi haliyeme cuk diye oturdu bu seyir. Düşündürdü dolayısıyla.

Aşkı için hayatından vazgeçen bir kadın. Bütün filmi böyle özetlerdim ben. Yada soru şekline çevirelim bunu? Aşkı için insan hayatından vazgeçer mi? Ve bu ne kadar anlamlı? Filmde şöyle bir diyalog geçiyor. Bible uzmanı olan arkadaşımız, agape ve eros kelimelerinin köklerine dair bir maruze veriyor. Diyor ki, iki türlü aşk vardır, daha doğrusu yunancada aşk için iki kelime vardır: agape yani karşılıksız aşk, onun için aşk, kendimiz için değil. bir de eros, ki kendisi karşılıklı aşk anlamına gelmektedir. Ancak günümüze gelen İncillerin kaynağı latin dilleri olduğu için sadece eros kelimesi kalmıştır, çünki agape için karşılık yoktur latin dillerinde. Oysa gerçek aşk, incildeki aşk, tanrıya aşk agapedir, eros değil. İşte filmimizin kahramanı, adı lazım değil, agape yaşamaktadır.

Ben öyle düşünmüyorum arkadaş. İnsan bencil varlıktır, ego denen bir şey vardır. Başkası için sevemeyiz. Kendimiz için severiz. Tıbbi olsun, ruhsal olsun nerden bakarsan bak sağlıklı olan kendimiz için sevmemizdir. Sadece sağlıklı olan değil, gerçek olan da budur. Sadece abartıp sevdiğin kişiyi kendi egonun altına sokmaya çalışmayacaksın. Onun kendisi gibi seveceksin.

Filmin kousunun dışına çıktık galiba. Biraz dağınık oldu ama idare ediverin işte.

Sunday, May 25, 2008

Avroviziya və Azərbaycan


Azərbaycan dilində doğru adı Avroviziya olan ama insanların Eurovision şəklində istifadə etməyi tərcih etdiyi yarışda bu il, 2008də Azərbaycan 8nci oldu.
Avropada bir çox insan bəlkə də ilk dəfə duydular Azərbaycan adını. Yaxşı bəs indi nə düşünürlər bu ölkə haqqında? O musiqi ilə necə bir ölkə oluduğunu, necə bir mədəniyyət olduğunu təsəvvür edirlər sizcə? Cavab belədir: Özünün çox bir dəmdəsgahlı müsiqi gələnəyi olmadığı üçün Batı musiqisindən toplamağa çalışdığı şeylərlə özünə bir tərz quraşdırmağa çalışan musiqi, mədəniyyət.
Onun üçün Azərbaycan bu yarışda ilk dəfə qatılıb 8nci olduğu üçün qürur duymaqdan çox uzağam. Mahnın ilk duyduğumda istəmsiz reaksiyam üzümü turşutmaq oldu. Mənim musiqi zövqümə heç cür xitab etməyən bir mahnıdır Day after day. Təbii ki, bu zövq kimi subyektiv səbəbdən ötürü deyil narazılığım. O səhnədə Azərbaycan bir kültür olaraq təmsil olunur, olunmalıdır. Sizcə bu mahnının sözlərinin, melodiyasının, dekorasiyasının harası Azərbaycanı təmsil edir? Güya əsər muğam ladında imiş. Musiqişunas deyiləm, onun üçün elə bir dərin analiz eləməyə qadir deyiləm. Ancaq sıravi bir dinləyici olaraq orada muğam adına heç bir şey eşitmirəm mən. Avroviziyadaki o göstəriyi Azərbaycanı təmsil etdiyini bilmədən baxan Azərbaycan musiqisindən, mədəniyyətindən xəbəri olan heç kim o göstərinin Azərbaycana aid olduğunu təxmini apara bilməz.

Avropalılara xoş görsənmək üçün, sadəcə üçüncülük beşincilik almaq naminə min cür hoqqabazlıqdan çıxıb Azərbaycanla əlaqəsi olmayan səfeh şeyləri oraya çıxarmaq Azərbaycan kültürünə heç bir xeyir verdiyini düşünmürəm. Öz kültüründən qaynaqlanmayan, vüsət almayan heç nə o kültürü təmsil etmir. Azərbaycan musiqisi bügünkü pop musiqisi kirliliyinə belə baxmayaraq yenə də avrovizyadaki mahnıdan milyonlarca qat irəlidədir.

Digər bir tərəfdən, Avroviziya onsuz da səfeh və keyfiyyətsiz pop musiqisi ilə doludur. Birinci olan Rusiyanın mahnısını heç bir dəfə axıracan dinləmə hövsələsi göstərə bilmədim. Mor və ötəsinin yeddinci olan "Dəli" mahnısı bir çoxundan gözəl və anlamlı mahnıdı. Türkiyəni təmsil edir mi? Heç cür etmir. İllər öncə 1997də Türkiyəyə üçüncülük gətirən Şəbnəm Pakerin Dinlə çox gözəl edir misal olaraq. Orada saz var, ney var, darbuka var, doğu musiqisi var. Amma "Mor və ötəsi"nin tərzi elə çaldıqları musiqidir. Avroviziyada bir yerlər tutmaq naminə öz tərzlərindən vaz cayıb dimstak pop müsiqisi ifa eləmədikləri üçün də alqışlayıram onları.